1 com

Dinlenecek hikâyeler dükkânı

Read more »
0 com

Sahibinden kelepir kitap

Read more »
0 com

Mustafa Demir neye basıyor?

Read more »
0 com

İsrail'i protesto

Saadet Partisi’nin 5 Haziran 2010’da Çağlayan’da “Sustukça Ölüyoruz” sloganıyla gerçekleştirdiği İsrail’i protesto mitinginden kareler…
Read more »
0 com

Türkiye’de curling



Celal Cüneyt İşgör (sağdaki) Türkiye'nin ilk curling teknik 
direktörü, hakemi ve yöneticisi. İşgör, Erzurum'da gerçekleşecek 2011 
Üniversite Kış Oyunları öncesinde bu sporu yaygınlaştırmak için 
çabalıyor.
Celal Cüneyt İşgör (sağdaki) Türkiye'nin ilk curling teknik direktörü, hakemi ve yöneticisi. İşgör, Erzurum'da gerçekleşecek 2011 Üniversite Kış Oyunları öncesinde bu sporu yaygınlaştırmak için çabalıyor.
Görkem Keser

Garip bir oyun. 42 metrelik buzdan bir pist üzerinde beşer sporcuyla oynanıyor. Takımlar, iç içe üç halkadan oluşan 3,66 metre çapındaki hedeflere (bunlara “ev” deniyor) kendi taşlarını yerleştirmeye çalışıyor. Oyuncular, buz üstünde kayabilen bu taşları ellerindeki süpürgeler yardımıyla yönlendirmeye çalışıyor. Amaç, her evin merkezine rakip takımdan daha yakın taş bırakabilmek. Bu yapabilmek için taşın pist üstünde kat edeceği mesafeyi, ivmesini, dönüş hızını, sürtünmesini, diğer taşlara çarpıp çarpmayacağını hesaplamak gerekiyor, Bu haliyle fiziksel yeterlilikten ziyade taktiği ön plana çıkaran bir strateji oyununa benziyor. Zaten bu nedenle de “buz üstünde satranç” olarak nitelendiriliyor.

Alternatif ancak salon ve malzeme gereksinimi nedeniyle “lüks” bir spor olarak ortaya çıkan “curling” (körling) dünyada giderek daha fazla ilgi uyandırıyor. Dün sona eren 2010 Vancouver Kış Olimpiyatları bu ilginin hiç de azımsanmayacak düzeye çıktığını gösterdi. Özellikle 27 Şubat’ta sabaha karşı oynanan ve sadece bu sporun değil, olimpiyat tarihinin en heyecanlı finallerinden birine sahne olan Kanada-İsveç bayanlar karşılaşması sporseverlerin unutamayacağı çekişmeye sahne oldu. Oyunların favori takımı Kanada, iki defa maç sayısı kullanmasına ve maç uzatmaya gitmesine rağmen kendi hatalarıyla Altan madalyayı İsveç takımına verdi. (Olimpiyat oyunlarının en sürpriz gelişmelerinden biri olan bu haberi Türkiye basını da atlamadı! Altına sevinen İsveçli sporcuların dudak dudağa nasıl öpüştüğüne odaklandı.)

Türkiye’de ilk curling atışı, oyuna dair malzemelerin geçtiğimiz ağustos ayında ulaşmasıyla yapıldı. Böylece, dışarından bakınca anlaması oldukça güç hatta esprilere neden olan bu oyuna dair Türkiye’deki resmi ilk şampiyona 16-17 Ocak’ta Erzurum ve 23-24 Ocak’ta Ankara’da gerçekleşti. Erzurum’daki pistin 2011 Üniversite Kış Oyunları’nda da kullanılacak olması, bu turnuvaya ayrı bir önem atfediyordu.

HaberVs, curling “sporu”nu ve ülkemizdeki durumunu Türkiye Buz Pateni Federasyonu Curling Branş Sorumlusu Celal Cüneyt İşgör‘e sordu.

Curling, Türkiye için çok yeni hatta yabancı bir dal. Bu spora ilginiz nerden geliyor?
İnşaat mühendisiyim. Mesleğimle ilgili çalışmakla birlikte, senelerdir televizyondan ilgiyle takip ettiğim curling ile 2007 başında, 2011 Erzurum Üniversite Kış Oyunları’nın ülkemize verilmesinden sonra yoğun bir şekilde ilgilenmeye başladım. Dünya Curling Federasyonu’nun hakemlik, teknik direktörlük ve yöneticilik kurslarına katılarak bu alanlarda sertifika sahibi oldum.

Curling’i ülkemize getirmek için çalışmalarımıza devam ederken bir yandan da 2007’de Almanya Füssen’de düzenlenen Avrupa Curling Şampiyonası için Eurosport’ta yorumcu olarak bulundum. 2008’de yine Dünya Curling Federasyonun kursuna katılarak ileri düzey curling teknik direktörü sertifikası aldım. 2008’de İsveç’in Örnsköldsvik şehrinde düzenlenen Avrupa Curling Şampiyonasında curling buz teknisyenleri ile gönüllü olarak çalıştım (Standart bir curling buzunu dört beş buz teknisyeni, günde 12–13 saat çalışarak, dört beş günde yapıyor). 2009’da Çin’de düzenlenen Üniversite Kış Oyunlarında gözlemci olarak bulundum. Aynı yıl Almanya’da, Türkiye, Estonya, Fransa ve Polonyalı sporculardan oluşan bir Curling takımına kısa bir süre koçluk yaptım.

Curling’in, Dünya Curling Federasyonu tarafından yayınlanın 30 sayfalık kural kitapçığını Türkçe’ye çevirdim ve diğer bilgilerle birlikte 60 sayfalık bir kitap oluşturdum. Kitap henüz basılmadı ama içeriği federasyonumuzun internet sitesinde yayınlanıyor.

Çoğu insan bu sporu saçma buluyor yahut anlamıyor. Curling nasıl bir spor? Bu sporu yapmak için herhangi bir özellik gerekiyor mu?
Bu sporu herkes yapabilir. Ama nasıl yapıldığını cevaplamak saatler sürebilir. Curling kısaca “buzda satranç” olarak isimlendiriliyor. Bu nedenle özellikle strateji oyunlarını sevenleri kendine çekiyor.

Maç öncesinde, takımınızın durumu, çekicin (son atışın) hangi takımda olduğu, rakip takımın durumu, buz ve bunun gibi birçok etken, taktik ve stratejinin belirlenmesinde rol oynar. Curling ancak kuralları öğrenildikten sonra izlemesi keyif veren bir spor. Birçok kişi izlerken öğrenmeyi umar ancak genellikle bu yöntem faydalı değildir. Bazı sporseverler oyun sırasında yapılan süpürme görüntüsü sebebiyle de, bu sporu komik bulabilir. Ama kurallarını bilerek izleyenler arasında bu sporu saçma bulan hiç kimseyi görmediğimi söylemeliyim.

Birçok spor dalında sürekli bahsi geçen “fairplay” (centilmenlik) bu sporun ruhunda vardır. Hakemler bulunmasına rağmen, bir oyuncu bir hata veya faul yaptığında cezasını kendi uygular. Rakip takımın bu faulü belirtmesi hoş karşılanmaz. Devre sonundaki skora, kaptan yardımcıları kendi aralarında karar verir ve bunu hakeme söyler. Ancak devre sonunda kaptan yardımcıları hangi takımın taşının merkeze daha yakın olduğuna gözle karar veremediklerinde ölçüm yapması için hakemi çağırır. Kazanan takımların kaybedenlere bir şeyler ısmarlaması geleneği, küçük bir detay olsa da, yine fairplay’e güzel bir örnek.

Curling, sporcuların yaş ortalaması en yüksek sporlardan biri. Son Avrupa şampiyonasında Alman takımının iki oyuncusu 20’li yaşlarının başlarındayken, diğer ikisi ise 45’in üzerindeydi. Curling’i sistem olarak yerleştirebilmiş ülkelerde minikler, “junior”, yetişkin, “senior” gibi gruplamalara da gidilebiliyor. Sadece 50 yaş üzerindeki oyuncuların katılabildiği Dünya Senior Şampiyonası güzel bir örnektir. Ve yine tekerlekli sandalyeli (Ampute) curling şampiyonları da aynı şekilde.

Türkiye’de bu sporla ilgilenen insanlar var mı?
Mayıs 2009’da altı üniversitede gerçekleşen curling seminerlerimizi, biraz da kısıtlı duyuru imkânları sebebiyle, 350–400 kişi takip etti. Ağustos ayında Kocaeli’de vermiş olduğum teknik direktör asistanlığı kursunda başarılı olan 18 kişi sertifika aldı. Bu kurstan sonra Türkiye’de yapılacak ilk şampiyona için takımlar oluşmaya başladı ve üç aylık süreç sonrasında İstanbul, Ankara, Kocaeli ve Erzurum’dan toplam 35 takım ilk şampiyonada yer almak üzere başvuruda bulundular. Takım sayısının beklediğimizden fazla olması nedeniyle, şampiyonayı batı ve doğu grubu yarı finalleri şeklinde düzenlemeyi uygun gördük. Her iki yarı finalden yükselen 5, toplamda 10 takım ocak ayında Ankara’daki finalde karşı karşıya geldi. Ocak ayında ise Erzurum’da 50 öğrenciye teknik direktör asistanlığı kursu verdik.

Curling’e merak duyanlar ne yapmalı?
Şu an için sadece Kocaeli ve Erzurum’da bu sporu yapabilirler. Eğitim şimdilik sadece bu iki ilde mevcut. Curling’le ilgilenen 4 kişinin bir araya gelip (bir takım oluşturup) başvurmaları halinde federasyonumuz kendilerini bu konuda yönlendirecektir. Mart sonunda düzenlemeyi düşündüğümüz curling ligi, ilgilenenler için iyi bir fırsat olabilir. Bu iki ilimiz dışında, öncelikli hedefimiz en kısa sürede curling’i İstanbul ve Ankara’ya getirebilmek.

2011’e kadar curling için ligler ve altyapı hazırlanacağı söyleniyor. Siz bu girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birçok spor dalında olduğu gibi, curling’te de, düzenlediğimiz şampiyona ve bundan sonra düzenlemeye devam edeceğimiz lig ve şampiyonalar, en iyi takım ve oyuncuları yetiştirme ve seçmemizde ki en önemli etkenlerden biri olacak. 2011 Üniversite Kış Oyunları’na kadar yurtiçi ve yurtdışındaki maç, turnuva, şampiyona, kurs ve kamplar da aday takımlarımızı hazırlamak için takip edeceğimiz yollardan biri olacak.

Süpürr filminden sonra curling’e ilgi arttı mı?
Malzemelerin (taş, süpürge, ayakkabı, vs) Kocaeli’ne ulaşmadan önce o filmin yapımcısı federasyonumuzla iletişime geçti ve alt teması curling olan bir komedi filmi çekmeyi istediğini söyledi ve bizden yardım istedi. Bunun, curling için iyi bir tanıtım fırsatı olduğunu düşünerek teklifi kabul ettik. Süpürrr filmi oyuncularına 7 gün boyunca curling eğitimi verdim ve çekimler sırasında da koçluk yaptım. Film oyuncularının Türkiye’nin ilk curling oyuncuları olması -en azından bizim için- çok ilginçti. Filmin gösterime girmesinden sonra, doğal olarak curling’e ilgide de bir artış oldu. İstanbul’da 15 Aralık’taki galaya Avrupa Curling Federasyon Başkanı ve Dünya Curling Federasyonu Şampiyonalar Sorumlusu da katıldı.

Curling’i ülkemize getirmek ve tanıtmak bir takım işiydi ve ben bu takımın bir oyuncusu olmaktan çok memnunum.
Read more »
0 com

Terörist değil, anarşist sözlük



İnci Sözlük son günlerde radya ve TV programlarına düzenlediği 
"saldırılar"la kendinden söz ettiren bir yapılanma...
İnci Sözlük son günlerde radya ve TV programlarına düzenlediği "saldırılar"la kendinden söz ettiren bir yapılanma...
Görkem Keser

İnci Sözlük son zamanlar adını sıkça duyduğumuz yeni bir yapılanma. İnternet yasakları, ekşi sözlük ve ünlüler arasındaki atışmalar devam ederken, onlar da bu sistem içinde farklı bir ses olmayı başardı. Diğer sözlüklerle karşılaştırdığımızda onlar çok daha farklı bir konumda. Çünkü hiç bir kural tanımıyorlar. Radyo programlarını mail yağmuruna tutuyorlar, televizyon programlarına bağlanıp sunucuları işletiyorlar, anketler ve daha birçoğuna yaptıkları saldırılarla tanınıyorlar. Bazıları yaptıkları eylemleri saçma görse de, bazıları onları sistem karşıtı olarak görüyor ve eylemlerini sonuna kadar destekliyor.

Son olarak Okan Bayülgen’in sunduğu “Disko Kralı” programına yaptıkları saldırı ile tekrar gündeme oturdular. Yarattıkları jargon ve tarzlarıyla uzun süre gündemde kalacak gibi görünüyorlar. .@2, ccc, dedeler ve daha nicelerini bir anda hayatımıza soktular. İşte bu sözlüğün aktif bir kullanıcısı olan ve saldırıda parmağı olan Gizella ile hem sözlük hem de 12 Haziran Cumartesi günü gerçekleştirilen saldırı hakkında konuştuk.


İnci sözlük maceran nasıl başladı?

Biliyorsun ki sitemiz kapanmıştı. Diğer versiyonunda açılan bir konudan öğrendim. Önceleri sadece başlıkları okuyordum üye olmadım. Twitter ziyaretinden sonra göbeğimi zıplata zıplata gülerek üye oldum.

Sözlük üyelerini eğitim seviyesi nedir? Mesela sen?

Avukat İnciciler, doktor üstelik bayan inciciler ile öğretmenler (atanmış çalışan ve bayan) mühendis inciciler, bilgisayar, tasarım, eczacılık bölümlerinde okuyanlar, yani üniversiteliler ve üniversite mezunlarıyla tanıştım. Liseliler de var. Ben Türk Dili ve Edebiyatı 3’üncü sınıfta okuyorum 24 yaşındayım. imelih messi de 25 yaşında bir mühendis.

Okan Bayülgen’e yapılan saldırının neresindeydin?

Öncelikle kimse saldırmadı. Ziyaret ettik. Metnin tasarımı bana ait ‘İmeilih Messi İnci versiyonu seklinde döşedi. Benim araştırmalarımı kullanıp metne yedirdi.

Sen yapılan bu son saldırının yeteri kadar başarılı olduğunu düşünüyor musun? Sence diğerleri kadar yaratıcı mıydı?

Evet, gayet başarılıydı. Tamamen yaratıcılık eseriydi. 5 gün tasarladık. İnci kızlarından yardım istedik çünkü sadece kızlar bağlanabiliyordu. İlk gün 3 kişiydik. Nisa, ben ve Ausencia ve tabi ki imelih messi. Sonra sözlükte abuk subuk başlıklar açtık. Kızlar gelin msn vericez vs diye çünkü ziyaretler Okan’a uçuruluyordu Okan’ın sözlükteki yakın arkadaşları Aziz Kedi vs tarafından. O yüzden organizasyonlar hep başarısız oluyordu. ‘’www.incisiker.com’’ bu ziyaretlerin ve zirveleri gizlediğimiz bir oluşum. Orada organize olduk. Amacımız o metni okutmak dikkat çekmekti. Güldürmek eğlendirmek değil. Sosyal bir amacımız vardı ulaştık. Bakınız medya kralında söylediği sözler…

Daha önce yapılan başka saldırılarda bulundun mu?

Gece kahvesinde bulundum Facebook çerçevesinde yapılan bütün ziyaretlerde bulundum. Ama bu saldırı diye ifade edilemez. Bunlar ziyaret. Bilgin Gökberk de bulundum. Bay Tahmin’e mail attım vs. pek çoğuna katıldım.

Okan Bayülgen ve ekibinin dava açacağı söyleniyordu? Sana gelen bir haber var mı? Bugün dava açmayacağını açıkladı, Nasıl değerlendiriyorsun bu durumu?

Bütün gece Nisa ve ben yayına bağlanmaya çalıştık. Bizi geri ararmayacakları için kontürümüz bitene kadar bekledik, ilgilenen olmadı. kapatıp tekrar aradık. en son Nisa’ya demin aradığınızı Okan Bey’e iletmedik, iletip olumlu yahut olumsuz cevap alıp size döneceğiz dendi. Okan kabul etmedi. imelih messi yi programa davet eden adam neden Nisa’yı ve beni dün telefona almadı? Samimiyet nedir nerededir? Hukuki olarak hiç bir endişemiz yok. “Başka programlarda dava edilirsiniz” babında bir şeyler söyledi. bizim hiç bir programdan ya da programcıdan korkumuz yok. İnci’nin hukuk bürosu da var kendi içinde. biz toplum gönüllüsü sayıyoruz kendimizi. Okan Medya Kralı’nda üzerimizden satranç oynadı ve bana göre kazandı. imelih messi o programa çıkarsa benim gözümde o da samimiyetsiz olacak. bilo31 den farkı kalmayacak. “Okan sizi neresine taksın lan” diyenlere iyi cevap oldu da samimiyetsiz olduğunu bir sefer daha gördük. Bizim derdimiz okanın “fog dı sistem” diyip sistemin göbeğini oluşturmaya başlamasıydı. O televizyonun efendisi biz klavyenin. Bir de bu kadar üstümüze düşmesin gri ekran yüzünden siteye giremiyoruz . Medya’ya, popüler kültüre karşı eleleyiz mesajı verdi Sanki biz medya’ya sövmüşüz gibi. Açıkçası ilk günkü kadar tatmin değilim 3’üncü yıldızdan. Ziyaretlerimize de açıkmış. Bizim Okan’la işimiz bitti. adam seviyeyi yükseltti. Server’ımızı taşıyana kadar “inci” demesin lütfen.

Düzenlenen saldırılar neye göre belirleniyor?

Israrla söylüyorum kimseye saldırmıyoruz. Terörist değil anarşistiz. Ziyaret ediyoruz. İlgi çeken programların yayın akışında kendi jargonumuz olan ifadeleri geçirerek bir süreliğine o akışı engelleyip ‘’kim bunlar’’ gibi bir dürtüye sebep olmak için araştırıyoruz. Bir anarşist İncicinin aklına geliyor, mantıklı bulunursa olan biten bölümünden yöneticilerin tavsiyesiyle yapıyoruz. Artık haber uçma olasılığından ötürü bütün planlar ”incisiker.com’dan” yapılıyor. Sünepe - anarşist-reis diye sınıflandırma var. Anarşist seçilenler organizasyonları açıyor sünepeler katılıyor ne kadar katılırlarsa anarşist olma ihtimalleri yükseliyor. Ben bile sünepeyim mesela. Site yöneticileri yapın yapmayın diye asla müdahale de bulunmuyor. Özgürlüğün dibine vuruyoruz. Ayrıca siyasi ve pornografik öğelerle değerlerle ilgili başlık açmak yasak. Pornografiyi tasvip etmiyoruz. Dikkatinizi dedelerden başka bir şey çekmedi sanırım. Bizde gözünüze sokuyoruz. Ziyaretlerdeki dedeler linkleri ya da dedeler ibaresi için söylüyorum bunu.

Genel olarak amacınız nedir?

Medyanın ve internet kültürünün sansürün doğal bir hal aldığı şu noktada sansürsüz kendini ifade etme özgürlüğünün insanları bir birine ne kadar bağlayabileceğini göstermektir. Örneğin Nisa 3 günlük incici. 9 Haziranda üye oldu. Bütün inci tarafından sahiplenildi. Amacımız birilerinin dikkatini çekmek için anarşist bir tavırla yani sabote ederek aynı zamanda eğlenerek ayakların da bir gün baş olabileceğini göstermektir. Ben sadece oluşumun içindeyim başında değil

İnternet yasakları ile ilgili bir protesto yaptınız mı? Daha önemli konular hakkında bu yapmış olduğunuz eylemler tarzında saldırılar yapmayı düşünüyor musunuz?


Zaten mesele internetteki sansür yasaklara karşı duruşumuzdan ötürü oluşmuştu. Planlarımız var. Olacak ve evet saldırı yapmayacağız ziyaret edeceğiz. Biz buluşmuyoruz, zirve yapıyoruz. Hani belki sizler hatırlamıyorsunuz ama ekşinin “ftuff” diye bir oluşumu vardı onlardan daha bilinçli dikkat çekeceğimizi göstereceğiz. Ama bunlar olabildiğince gizli olacak olabildiğince şaşırtıcı olacak. Mesela bizi davet edenler hep tedirgin halde beklemeli. Program akışının 10 dakika İnci yüzünden kesilmesi dedeler, danimarka, nobrain dk, şükulamak, yalamak vs cinsel içerikli kaba nobran tabir edilen ifadelerimizi sıradanlaştırıp bir jargon oluşturduk. Yeni ziyaretlerimizde yine bu tarz aşırılığı gülünçleştiren mottolar ile karşınızda olacağız.
Read more »
0 com

‘Şerefsiz’ Ekşi Sözlük’ten cevap



Ünlüler son zamanlarda Ekşi Sözlük yazarlarına karşı 
eleştirilerini hakaret dozuna vardırmakta birbirleriyle yarışıyorlar.
Ünlüler son zamanlarda Ekşi Sözlük yazarlarına karşı eleştirilerini hakaret dozuna vardırmakta birbirleriyle yarışıyorlar.
Görkem Keser

Çoğu zaman “klavye delikanlıları”, takma isimlerinin arkasına saklanan insanlar olarak gösterilmek istendiler. Yeri geldi “mastürbatör”, yeri geldi “prezervatif dilli”, bazen “yılansı fare”  ve hatta şerefsiz” bile oldular… Sanal alemin en fazla izlenen, en çok beğenilen ve aynı zamanda en fazla eleştirilen fenomenlerinden biri haline gelen Ekşi Sözlük’ten ve sözlüğün yazarlarından söz ediyoruz.

Son zamanlarda Ekşi Sözlük yazarlarıyla, gazeteciler, köşe yazarları, TV yorumcuları ve magazin dünyasının ünlüleri arasında hayli gerginlik olduğu gözleniyor. Medyanın köşe taşlarını oluşturan kalem erbabı ünlüler veya magazin hayatının kahramanları sözlükte kendileri hakkında çıkan eleştirilere hayli sinirleniyorlar. Yalnız sinirlenmekle kalsalar iyi, zaman zaman köşelerinden veya televizyon ekranlarından Ekşi Sözlük yazarlarına hakaretler yağdırıyorlar. Özellikle gazetecilerin en büyük eleştiri konusu ise Ekşi Sözlük yazarlarının takmi isimle yazması ve kimliklerinin belli olmaması.

Ekşi Sözlük yazarları -ki şu anda 26 binin üzerindeler- doğal olarak bu hakaretlere ve sövgülere sinirleniyor. Aslında kendine özgü bir Web 2.0 başarısı olan Ekşi Sözlük, Türkiye’deki yerleşik geleneğin aksine katı kuralları olan ve sınırları belli bir yapı değil. Daha çok, “gittiği yere kadar gitsin” felsefesine dayanan, özgürlüğü alabildiğine çok, denetimi mümkün olduğunca az bir yapıya sahip. Sözlük’te 7 Ocak 2010 itibariyle 1 milyon 669 bin başlık altında 9 milyon 434 bin “entry”, yani giriş var. Zenginliğini, renkliliğini ve en önemlisi de çekiciliğini bu az denetimli ortama borçlu olan Ekşi Sözlük, doğası gereği herkes ve herşey hakkında özgürce fikir beyan edilebilen bir platform sunuyor. Klasik medyanın “denetimi fazla, özgürlüğü sınırlı” ortamına alışkın olan gazeteciler ve magazin ünlüleri de hakarete uğradıklarını düşündükleri bu platformun yazarları hakkında açıyorlar ağızlarını, yumuyorlar gözlerini…


“Pitbull ruhlu, prezervatif dilli, ağzı ishal olmuş yaratıklar”

Acun Ilıcalı geçtiğimiz günlerde verdiği röportajda, Ekşi Sözlük hakkında sorulan bir soruya şöyle yanıt verdi:

”Ben reytingimi oraya yazı yazan bazı zavallıların yazdıklarıyla ölçüyorum. Ne kadar entry olursa, ben o gece programın reytingini iyi-kötü anlarım.”

Milliyet‘in Cadde ekinde Ekşi Sözlük yazarı Aziz Kedi tarafından yapılan röportajda, Nihat Doğan bugüne kadar yapılan eleştirilerin en ilginç olanlarından birinin yaptı ve aynen şunu söyledi:

”Sözlük yazarları için diyorum, sözlükte yazanlar için diyorum. Aralarında aklıselim sahibi olanlar da var. Mesela biri benim için “Bu adamın içinde bir Mevlana, bir Fuzuli, bir Bono var ey sözlük” demiş. Amma bazılarına da bakıyorsun ki; hem beyazlar, hem sosyalistler, hem komünistler, hem elitler, hem solcular, hem cuntacılar, hem statükocular, hem Kemalistler, hem CHP’liler, hem cumhuriyetçiler, aynı zamanda da ırkçı kafatasçı faşistler. Pitbull köpekleri var ya hani, farklı farklı köpeklerin genlerinden yaratmışlar. İşte bazıları da hepsinin birleşiminden oluşmuş, pitbull ruhlu, prezervatif dilli, ağzı ishal olmuş yaratıklar bunlar.”

“Şerefsiz Bunlar”

Fatih Altaylı, Murat Bardakçı ile birlikte yaptığı programında sözlükçüler için “şerefsiz bunlar” dedi. Yine bir gün önce Murat Bardakçı’nın sözlükçüler hakkında hayatı iflas etmiş, ruh hastası ve başarısız insanlar gibi açıklamalar yapmıştı. Yine aynı programda Pelin Batu, sözlükçülerin eleştirilerini mastürbasyon yapıyorlar benzetmesi ile açıklamıştı.

2007’de Nihat Genç sözlük yazarlarını sert bir şekilde eleştirmişti. Onları kahpelikle ve sinsilikle suçlayan, gece fareleri gibi yakıştırmalar yapan Nihat genç bu sözleri sonucunda çok tepki çekmişti.

“Yılansı fare çocuklar, gece fareleri… Türkiye’de en çok küfrettikleri adam benim… Bu siber yılan aleminde en çok konuşulan adam benim… Öyle kahpece, böyle sinsilikle, yılansı siber yılanlıklarla bu işler olmaz.’

“Ellerinde şarap, işleri yok”

Bir zamanlar Ekşi Sözlük’ten çok beslendiğini söyleyen Ertem Şener de sert çıkış yapan isimlerden. Yazarları klavye delikanlısı ve işsiz güçsüz olarak gördüğünü söylemişti:

”Klavye delikanlıları. İşleri yok. Onlara üzülmek lazım. Sabahtan akşama kadar bir ellerinde şarap, bir ellerinde mouse. Bu arkadaşlar Ertem Şener, Güntekin Onay, Bilgin Gökberk olmak isteyip olamayan insanlar.”


Ekşi Sözlük yazarları:

Sözlüğü anlamak için “okuma” bilmek… 

Bütün bu sert eleştirilere hatta eleştiri olmaktan çıkıp hakarete varan sözlere karşı, sözlük yazarlarına ne düşündüklerini ve bu hakaretler karşısında dava açmayı düşünüp düşünmediklerini sorduk. Yazarların çoğu ne kadar acımasız olursa olsun eleştiriye karşı dava açmayı düşünmediğini, hakaretler karşısında ise esas muhatabın Ekşi Sözlük yönetimi olduğunu düşünüyor.

aziz kedi
Sözü geçen insanlar sözlük “okuması” yapmayı bilmiyorlar. Bu “okuma”, sözlükteki yazılarda doğrunun, yanlışın, yalanın, iftiranın, dalga geçmenin, övmenin, yaltaklanmanın, uyarmanın, derinden sevmenin, nefret etmenin, laf ola diye konuşmanın, iyi niyetin, kötü niyetin, yüksek zeka ve yüksek aptallığın hep beraber gittiğini bilmeyi gerektiriyor.

Bütün müsibetlerin arkasında “takma isim” olduğunu sanmalarının sebebi de bu bilgi eksikliği. Sözlük okuması yapmayı bilen biri, hakkındaki yorumların tümünü harmanlayıp sağlıklı bir netice çıkarmaya da muvaffak olur. Hepsi, alttan ve üstten, ceza kanunuyla törpülendiği için son tahlilde zararsız yorumlardır. Ancak hiç kimseden de böyle bir irfan beklenemeyeceği için, genellikle sinirleniyor olmalarını anlıyorum. Sözlükten şahıslara tck’ya mugayir bir söz gitmediği gibi, şahıslardan da sözlüğe hakaret geldiğini görmedim.

“Hakarete varan” sözler, bir gün hakarete dönüşürse, hukuk teorisi açısından dava açıp açmamak günlerce tartışılabilir; ama benim kanaatim bunun son derece afaki olacağıdır. Şahısların şerefleri, haysiyetleri ya da yaşam kaliteleri somut olarak zedelenmediği sürece, sözlüğü kolektif olarak sahiplenip tepki vermeyi anlamlı bulmuyorum. Hatta bilgi sirkülasyonunda gümbür gümbür bir devrim yaşadığımız şu yıllarda “hakarete varan” yorumlara da tolerans gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Sözlük yazarının işine gelince “ben”, işine gelince “biz” dememesinin de, insanların kendileriyle ilgili yorumları soğukkanlı bir şekilde değerlendirmesinin de bu yolla sağlanacağına emin gibiyim.

lula lilian
Ben bir kaç sınırın dışında tam özgürlükten yana biriyim. Sınırlarım pedofili ve kişinin istemediği şeyleri yapmaya zorlanması noktasındadır ki, bu minvalde eleştiriden dava açanları, medyatik olma çabasında görüyorum.

Dava açmayı ancak kişisel olarak kişilik haklarıma ve yaşamıma kastedecek bir tehlike durum gördüğümde düşünürüm. Devam ederse aynı minvalde yine dava açarım. Bunun dışında eleştiriyi acımazsız bile olsa davalık görmüyorum

Ekşi Sözlük gelecek ağır tepkilere açık olmalı

self abandonment

ekşi sözlük hakkında bu şekilde yorum yapan kişilerin genellikle kompleksli insanlar olduğunu söylemek gerek ilk önce.

bunun dışında şöyle bir ayrım yapmaya ihtiyac var;

ekşi sözlük yazarı
ekşi sözlük yazarları
ekşi sözlük

ben ekşi sözlük yazarı olarak konu hakkındaki fikrimi yazarım. Fikirlerim başka yazarların fikirleri arasında alıcıya aktarılır. yani ben ekşi sözlük yazarları grubuna girerim. bu aşamadan sonra birisi kalkar “Ekşi Sözlük şöyle böyle” derse bununla ilgilenmek benim işim değil, sözlüğün yasal sahibinin işidir.
Yazarların kendilerine edilecek hakaretleri pek umursayacaklarını düşünmüyorum ki bir çoğunun eleştirileri ağır bir dile sahip. Gelecek ağır tepkilere açık olmalı ekşi sözlük yazarı.

ekşi sözlük yazarlarının haklarını savunabilecek tek birim sözlük yönetimidir. Yasaları sadece savunma amaçlı değil cevap verme amaçlı olarak ta kullanmalıdır sözlük yönetimi. Şu ana kadar hep savunuldu sözlük. Yazar haklarının netsizliği buradaki en önemli etken.

Aramızda hakareti hak eden insanlar var

esismen
Hiç umursamıyorum ben. Çok bir aidiyet hissetmiyorum sanırım. Ayrıca bazen hiç de haksız sayılmazlar, bu oluşumun içinde cidden azımsanmayacak sayıda hakareti hak eden insan var.

Benim kimliğim belli isteyen bulabilir

elestiri-
Bunun dışında ise genellikle sözlük yazarları nicklerinin arkasına gizlenen isimler olarak görülüyor. bunu benim üstüme alma gibi bir durumum yok çünkü ben benimle alakalı bir çok bağlantıyı sözlükte paylaştım yani isteyen biri benim kim olduğumu rahatlıkla bulabilir bu nedenle eğer birilerine hakaret etmişsem beni dava edebilirler fakat böyle bir şey söz konusu değil. Diğer yazarlar da aynı şekilde kendilerini ifşa ederlerse bu şekilde ithamlarla karşı karşıya kalmayız. Genelde ünlü isimlerin bu şekilde ithamlarda bulunması genellikle internet kültüründen bihaber olduklarını gösteriyor, bu nedenle normal karşılıyorum ve ciddiye almıyorum zaten bu ithamları dava etme gibi bir şeyin söz konusu olacağını düşünmüyorum hukuken de. Çünkü burada tüzel kişilik ekşi sözlüktür eğer birileri dava açacaksa ekşi sözlük açar ben değil


Aklı ermeyen insanlar


assert h-
Hatta direkt özetleyecek olursak: “bir platformu eleştirmek için ‘takma isim kullanıyorlar’ argümanının günümüzde hiçbir elle tutulur tarafı yoktur. Ne teknik ne de ahlaki bir geçerliliği vardır. Bugün hala bu argümanla eleştirmeye kalkan adamın olsa olsa bu konulara pek akli ermiyordur.”

Türkiye’de bu akli ermeyen insanlar çokça olduğu için (buna sözde “bilirkişi”ler ve savcılar vs. de dahil) dava ile uğraşmak hiç aklımdan geçmedi. Karşımdaki kişi beni anlamadıktan sonra niye uğraşayım ki. ayrıca, dava açmak kişiye direkt hakaret edilmediği surece bence gereksiz. (bu konuda örnek olarak da avasas’in davasini gosterebilirim)
“eksi sözlük”ü (yasal yollarla) kullanıcılarından önce sahipleri savunmalı bence.

“Nick’ime hakaret ederse dava açarım

elinherifi-
Hukuken sözlük yazarlarının birey olarak dava açmaları biraz zor. maalesef ülkemizde adalet aramak biraz da masraflı. ama onun ötesinde sözlük ortamı, bireylere sözlüğe tam bir aidiyet duygusu vermiyor her zaman..yani başkalarının yanlış olarak zannettiği gibi çok kolektif hareket eden insanlar değiliz. hakaretin, tartışmanın kralı zaten birbirimizle geçiyor. amaa..

Eğer sözlük dışı insanlar bize nicklerimizle hakaret etmeye kalkarlarsa işte o zaman hukuk dahil her türlü yola başvururum. Zannettikleri gibi nicklerimiz öyle basit mahlaslar değildir. bana ismimle küfrettiğin zaman ne tepki alırsan nickime saydırırsan da emin ol aynısını bulursun (sen derken,şahsını kastetmiyorum tabii) nicklerimiz bizim için o kadar güçlü bir kimlik oldular ki halısahada kendi aramızda maç yaparken bile onu kullanıyoruz. düşün ki takım arkadaşım, ismi gerrain..aynı mevkiide iki yıl top oynadık, iki yıl boyunca adama adı yerine maç içinde gerrain diye hitap ettim. resmen bizim kimliklerimiz oldu bu. dolayısıyla birisinin bize direkt nicklerimizle hakaret etmesi, doğrudan dava sebebidir.

sözlüğe hakaret konusunda, bireysel olarak dava açamayız veya şahsen ben açamam ama eğer sözlük bir dava açarsa müdahil olarak katılmakta da hiçbir sakınca görmem, yönetimden böyle bir çağrı geldiği sürece. ve kanaatimce sözlük yönetimi böyle bir dava açsa ve müdahil aramak için siteye iki satır yazsa, belki rekor bir dava katılımı gerçekleştiririz.

“Saçımdan daha kıymetli değiller

-jr-
Yaklaşık yarım saat düşündüm, 3–5 paragraflık bir de yazı yazdım ama sonra vazgeçip sildim. zaten düşüncelerimi tam olarak yazıya dökememiştim, yarım olacağına hiç olmasın.

Açıkçası bir de şu var ki Murat Bardakçı, Acun Ilıcalı, Yusuf Kaplan tarzı kişileri önemsemiyorum. o yüzden eleştiri adı altında yaptıkları hakaretleri de kafama takmıyorum. Çocuk gibi davranan bu kişilerin yazdıkları komediyi ciddiye alıp niye strese gireyim? Stres saç döker, benim saçlarımdan daha kıymetli değiller. Ayrıca belirtmek isterim ki dava açmayı düşünmedim, düşünmüyorum da. bu yaşa gelmiş, bu kadar kitap okuyup iyi-kötü belli bir bilgi birikimine sahip olmuş bu adamlar bu yaştan ve bu kendini beğenmişlikten sonra tutup da “ya acaba hatalı mıyım?” diye düşünecek değiller.

“Okuyuculara da hakaret ediyorlar

somebody save me-
Açıkçası bu hakarete varan değerlendirmelerle ilgili yorumumu klavye delikanlıları başlığında yazdım. yine de bu hakaretlere karşı dava açmayı falan düşünmedim, düşünmüyorum. bir kere benim bireysel olarak dava açmam biçimsiz olur. Ancak, eğer sözlük yönetimi kendi adını korumak adına böyle bir dava açmayı düşünürse desteklerim. Sonuçta, burada yazılanları okuyan binlerce insan var ve sözlük yazarlarına hakaret etmek aslında bunu okuyanlara da hakaret etmek demektir. Ama dediğim gibi, benim şahsi bir hareketim zaten pek amacına da ulaşmaz. Eğer ki, bu durumdan rahatsız olanlar bir araya gelirlerse o zaman ben de orada olurum tabi ki.


“Ağır eleştiriye hazırlıklı olması gerekir


-mock caterpillar-
Ben açıkçası, hakaret-eleştiri arasındaki çizginin gereğinden fazla kalın tutulduğuna inanıyorum bazı kişilerce.eleştiriyi hazmedemeyip çılgına dönen kişi, misal Nihat Genç misal Acun Ilıcalı..özünde, ağır bi eleştiriyi aşmayan her sözü, kendi algısı içinde, hakaret kapsamında değerlendiriyor..

hoş bulmuyorum.
Özellikle de mesleği kendini şov etmek olan insanların, hakarete değil, lakin ağır eleştirilere hazırlıklı ve açık olması gerektiğine, toleranslarının yüksek olması gerektiğine inanıyorum.
sözlükte hakkında oldukça yoğun eleştiri ve hakaret ve hatta küfür dönmüş bi insan olarak da, 2002 den beri süren sözlük yaşantımda, bir tanesi bugün olmak üzere, sadece iki entrye moderatör müdahalesi talep ettim mesela..

ne kadar liberalsek o kadar ii :)

“Medya ünlüleri haksız rekabet yapıyor

black eyed witch-
Ünlülerin, gazetecilerin ve medya içinde yer alanların sözlük yazarları hakkında genel bir hükmü var; yüzü olmayanların, nicklerinin arkasına saklanan insanların sırf mastürbatif dürtülerinin tatmini ve boş insan olmanın acısını çıkarmak istercesine hakarete varan eleştiriler ile saldırgan bir tavır sergiledikleri..sanki ünlülere savaş açmışız gibi bir intiba var..bence kimsenin böyle bir derdi yok..burada her iki tarafın da atladığı iki şey var;
her iki taraf da eleştiriye açık değil..ünlüler de eleştiri alınca saldırganlaşıyor, biz de öyle..ikincisi, biz hakaret etmiyoruz, çünkü edemiyoruz, bizi kısıtlayan kurallar var ama onların elindeki bu medya gücü ile hakaret edebilmeleri haksız rekabet gibi..benim şahsi görüşüm ise; her iki tarafın bu mücadelesini de anlamsız buluyorum..hayır şahsi olarak mahkemeye vermem..öte yandan bir ünlü bize laf atınca o gün yüzlerce entry girmek yerine, hakkını hukuki yollardan aramanın daha mantıklı olduğunu düşünüyorum..

“Ben ekmeğime bakarım

radioheadbanger-
Adam giriyor bakıyor ki birileri nick kullanarak kılıfına uygun hakaretler etmiş, aşağılamış, yaptığı işlere demediğini bırakmamış. Tepki göstermesi normal. Egosal bir şey. Sözlük ve işleyişini bilmeden atıp tutmalarını da makul karşılıyorum. Bilmek zorunda değil. Onunla mı uğraşacak allasen. ben ünlüleri vj Bülent gibi açık sözlü olmaya davet ediyorum. Öbür türlü cümle kurmakta zorlandıklarını gözlemliyorum. Dava açmayı düşünmedim, düşüneceğimi de sanmıyorum. genel olarak Ekşi Sözlük’e küfrediyorlar zaten. en çok yerenlerden olsam da, kendimi sözlük ile o kadar bütünleşmiş hissetmiyorum. iki gün önce yazar olmuş adam “nasıl öyle dersin ya!” diye hiddetlendiğinde de komik buluyorum. Direkt şahsıma saydırsalar dahi, şahsıma edilmiş küfre karşı da pek bir duyarlılığım yok. Küfrün çapına bağlı yani. Olayla hiç alakası olmayan insanlara uzarsa şiddete meylediyorum. Bu çözüm olmazsa mahkemeyi düşünebilirim. ha bir de iyi tazminat koparabileceğim biriyse bu dava açabilirim. Ekmeğime bakarım.
Read more »
1 com

Witkin’in ‘iğrenç’ estetiği


Görkem Keser

“Cüceler, vücut bozuklukları olanlar, devler, kamburlar, transseksüeller, sakallı ve çok kıllı kadınlar, kuyruklu, boynuzlu, kanatlı, dört memeli kadınlar, doğumdan dolayı sakat kalmışlar, kolu, bacağı, burnu, kulağı, memesi kopmuş herkes. Aşırı derecede büyük her türlü organı olan herkes. Her tarzda garip ve değişik görünümü olanlar. Ölüler, ölü doğmuş her türlü canlı biçimleri. Hermafroditler, perversion, İsa’nın bedeninin duruşundaki arızaları alan herkes. Aşağıdaki telefon ile temasa geçsin.”

Joel Peter Witkin’in nasıl bir fotoğrafçı olduğunu ve nasıl fotoğraflar çektiğini, kendisinin vermiş olduğu bu ilanla kolayca anlıyoruz. Onu farklı yapan toplumun genel estetik anlayışının tam tersine insanları rahatsız eden fotoğraflar çekmesi. Çoğu insan rahatsız olsa da onun fotoğraflarının arkasındaki felsefeyi ve onun anlatmak istediklerini analiz etmeye çalışan bir kitle var.

Evdeki dini çatışma

1939 yılında New York’ta dünyaya gelen Witkin, Katolik bir anne ve koyu Yahudi bir babanın iki çocuğundan biridir. Farklı dini benimseyen anne ve babanın kurmaya çalıştığı farklı dünyalar Witkin için küçük yaşta uğraşması gereken problemler doğurur. Zaten onlar da bu çatışmaya dayanamaz ve boşanırlar. Witkin annesi ile birlikte yaşamaya başlar. Ama bu ayrılık onun travmalarından ilkidir. Dini çatışma hem Witkin hem de resim sanatçısı kardeşi Jerome için ilerleyen yıllarda gönderme yaptıkları konulardan sadece biri olur. Resimlerinde şiddet içeren Katolik ve Yahudilik temaları bulunduran Jerome gibi Witkin de fotoğraflarında bu tarz öğeleri kullanır.

Daha beş yaşını bile doldurmamışken babası ona çeşitli dergilerdeki fotoğrafları gösterir ve üzerlerinde uzun uzun konuşur; o yaşta bile babasını büyük bir dikkatle dinler. Babası öyle güzel fotoğraflar çekemediğinden bahseder. Witkin için fotoğraf aşkı aslında bu yaşta bilinçaltına işlemiştir. İlerleyen yıllarda fotoğraf sanatçısı olmasının nedenlerinden biri de babasının arzusunun onu etkilemesi ve aslında farkında olmadan onun arzularını gerçekleştirme isteğidir. Küçük yaşta babasından ayrı yaşayan bir çocuk ve babası ile geçirdiği zamanlarda konuşulan fotoğraflar. Witkin uzun süre bu konuşmaları unutmaz ve bu konuşmalardan etkilendiğini söyler.

Ayaklara yuvarlanan kafa

Witkin’in ölü bedenlerle, kusurlu vücutlarla ve alışık olmadığımız estetik görüntüler ile çalışmasının belki de en büyük etkenlerinden biri küçük yaşta yaşamış olduğu bir diğer büyük travmadır. Çocukken bir trafik kazasına tanık olur. Küçük bir kızın kafası kopar ve tam önüne yuvarlanır. Bu anı ömrü boyunca unutamadığını söyleyen Witkin kızın boş bakan gözlerinin aklından hiçbir zaman çıkmadığını söyler. Küçük yaşta yaşanan böyle bir büyük travma onun ilerleyen yıllarda insan vücuduna olan takıntısının en büyük nedeni olmuştur.

1904 yılında çekmiş olduğu bir fotoğrafı 3 milyon dolara satılarak rekor kıran ve New York Museum of Modern Art’ın yöneticiliğini yapan Steichen, onun için bir dönüm noktası olur. 16 yaşında fotoğraf çekmeye başlar ve henüz ilk yılda fotoğraflarından biri Steichen’in dikkatini çeker. Steichen bu fotoğrafı müzede sergiler. O yaşta kazandığı bu başarı onun özgüvenin artmasında büyük rol oynar ve içindeki fotoğraf çekme ateşini iyice körükler.

“Morglarda günlerimi ve gecelerimi geçirdim”

Nazi kamplarında ve Vietnam Savaşı’nda çekilmiş ceset fotoğrafları ile büyüyen ve bunlara bakmayı seven Witkin, kendi çalışmaları için hastane morglarında sabahlar, hatta Meksika’da bir morgda çalışır. Morgda çalışırken karşılaştığı ceset parçaları ile dolu bir kutudan sonra bir an duraklar ve kendine bugüne kadar hiç sormadığı, “Ben neden buradayım” sorusunu yöneltir. Yıllar sonra, bu soruya verdiği cevabı şöyle aktaracaktır: “Orada bulunmamın bir nedeni mutlaka olmalı düşüncesine iki elle sarıldım, bunun sonucunda da bu nesnelerden mükemmel bir şeyler yapabileceğime inandım”. Kendine, bu tarz iğrenç sayılacak şeylerle neden ilgilendiğini zaman zaman sorduğunu itiraf eden Witkin bu takıntısına verebilecek en iyi yanıtın “şiddet ve korku temalarına eğilimi” olduğunu söyler ve yeryüzünün estetiğinden nefret ettiğini saklama gereği duymaz.

Ölmüş yaşlı bir adamın kafasını lazerle simetrik olarak ayırdığı ve bu iki parçayı öpüştürdüğü fotoğrafı çok tepki çeker ve ölü bedenleri aldığı aileler ona model vermemeye başlarlar. Bunun üzerine bu fotoğrafın negatifini yakar. Günümüzde bu fotoğraftan dünya üzerinde sadece 15 baskı bulunuyor ve bu baskılardan biri ünlü oyuncu Richard Gere’in evinde. Sıra dışı çalışmalardan dolayı sevenlerinden çok daha fazla nefret edeni vardır ve dini kesimlerden satanist damgası yer. Londra’da açacağı bir serginin önünde protesto yapılır ve açılması engellenmek istenir.

Sıra dışı ve toplum tarafından kabul edilen genel estetik kaygılardan uzak çalışmaları ile 20. yüzyılda kendinden söz ettiren ve nefretle bakılanı sevmeyi, dışlanmışı benimsemeyi bize fotoğrafları ile anlatmaya çalışan Joel Peter Witkin sanat tarihi açısından değinilmeye değer bir isim olmaya devam edecek gibi gözüküyor.


Read more »
0 com

Dönmesine döndüler ama…

Görkem Keser- Mert Oynargül
Tarihi kökeni Bizanslılara kadar uzanan Sulukule yaşayanları, ünlü ya da ünsüz destekçilerinin tüm karşı çıkışlarına rağmen yok edildi. Geçmişten günümüze uzanan kültürel dokusu ve eğlence anlayışı ile İstanbul’un önemli renklerinden birisi daha karartılınca Türkiye’nin utanç karnesine bir kırık not daha eklendi. Dünyanın bilinen ilk yerleşik çingene topluluğu kabul edilen Sulukuleliler evlerinin yıkılmasıyla mecburen “göçebe” çingeneler arasına katıldı. Adeta bir tecrit politikasının izlerini taşıyan bir uygulamayla doğup büyüdükleri, kendilerini var ettikleri mahallerinden olabildiğince uzağa, Taşoluk beldesine gönderildiler.

Giden döndü


Evlerini, iyisi ve kötüsüyle geçmişlerini “kentsel dönüşüm” adı altında yıkan Toplu Konut İdaresinin önlerine bir fırsatmış gibi sunduğu nihayetinde topu koca koca taş binalardan oluşan görece konforlu evlerde yaşayamadı Sulukuleliler. 437 aileydi Taşoluk’a sürüldüklerinde şimdi kalanlar parmakla sayılıyor artık. Sulukuleliler kendi evlerine olamasa da ait oldukları yere Karagümrük ve çevresine geri döndü. Dönmelerine “Taşoluk şehir merkezine çok uzak”, “Evlerin giderlerini karşılayamıyoruz”, “İşe gidip gelmekte zorlanıyoruz” gibi bahaneler sıralasalar da; dile getirilemeyenin kahvesinde oturulan, bakkalında veresiye defteri tutulan, bir tas çorbaya bir kaç kaşığın ortak olabildiği mahalle kültürü olduğunun farkında hepsi de.

Evler yitirildi kültürü kurtaralım


Bir dönem ellerinde fotoğraf makineleri, omuzlarında kameralarla dolaşan gazetecilerin, haberlerin de sürgünlüklerini değiştirememesinden mi bilinmez konuşmak istemiyor hiçbiri. Kameramızı gördükleri anda yıkık dökük binalar arasından “yeter artık bizi daha fazla haber yapmayın” sesleri yükseliyor. Konuşan yine bildik bir isim, mahallesinin yıkılmasına karşı en başından ve yılmadan karşı çıkıp sesini yükselten Sulukule Romanlar Derneği Başkanı Şükrü Pündük oluyor. Bu tarihi ve kültürü ortadan kaldırarak bir çözüm ürettiklerini düşünen siyasilerin aksine Pündük dernek çatısı altında kurulan Sulukule Roman Orkestrası, kadınlar için açılması planlanan dikiş nakış atölyeleri, bu atölyelerde üretilen roman kıyafetlerinin defilesi ve dünyaca ünlü müzisyenlerle yapılan ve yapılması planlanan yurtiçi ve yurtdışı konserleriyle beraber Taşoluk’a sürüldüktensonra geri dönen halkın maddi ve manevi yaralarını sarmaya çalışıyor.

Kentsel değil rantsal dönüşüm

Kentsel dönüşüm projesinin onaylanması ve yürülüğe konması ile beraber Sulukule’lilerin haklarını aramasındaki en önemli isim olan Şükrü Pündük yapılan imar planlarının aslında kentsel dönüşüm değil rantsal bir dönüşüm olduğunu iddiasında. Yaşadıkları sıkıntıların 1992 yılında başladığını belirten Pündük, “O dönemde İstanbul Emniyet Müdürü olan Sadettin Tantan ve Beyoğlu’nda görev aldığı süre içerisinde Kürtleri, tinercileri ve trvastileri bölgeden ‘temizleme’ konusunda nam salan ve Sulukule’de de ‘temizlik’ yapması amacıyla bölgeye atanan ‘Hortum’ lâkaplı emniyet amiri Süleyman Ulusoy’u bölgemize verdi. İlk iş çalıştırdığımız eğlence yerlerinin ruhsatsız olduğu gerekçesiyle kapatılması oldu. Sonrasında Fatih Belediye’si de eğlence yerlerinin vergilerini ödediğimiz halde kullanılan mekanları tarihi eser kapsamında sayarak ruhbat vermedi. Burada yaşayanlar için müzik, eğlence biterse ekonomik kriz de başlar ki öyle de oldu. Nihayetinde 1992 yılında tarihi eser dedikleri yerler 20 yıl daha eskidikten sonra kentsel dönüşüm projesiyle yıkılacak alan haline geldi. Bunun adı rantsal dönüşümdür” dedi.

İngiltere Kraliyet Filarmoni Orkestrası’yla konser


Sulukule halkının belediyenin kendilerini Taşoluk’a yerleştirmelerinden sonra mahalle kültürlerinin tamamen bittiğinden yakındığını belirten Pündük, daha önceden “at arabacılığı, müzisyenlik, esnaflık” gibi işi olanların da semtten gönderildikten sonra bunu kaybettiğini söylüyor. Geri dönüşlerin sebebinin de ekonomik sorunlarla bağlantılı olduğunu vurgulayan Pündük, “Bizim aylık kazancımız 500 TL. Taşoluk’ta yapılan evler merkezi ısıtma sistemi ile çalışıyor, sen evde olmasan da bunun ücretini yine ödemek zorundasın. Bir de bunlara yeme, içme ve yol masraflarıda eklenince gel sen çık işin içinden” diye konuştu.

Sulukule Romanlar Derneği’nin mahallelerini yıktırmamak için uğraştığını ancak bir çözüm bulamadığını belirten Pündük bundan böyle evlerinden olanların kültürleriyle kendilerini nasıl verdeceğinin kavgasına giriştiğini söylüyor. Hem ekonomik hem de sosyal bir ortam yaratacak projelerin hazırlığı içinde olduklarını belirten Pündük iş atölyeleri, roman kıyafetleri defilesi gibi projelerin içinde en heyecan verici olanının ise bir konser olduğunu söyledi. Pündük, Berlin Müzik Festivaline de davetli olan orkestranın İngiltere Kraliyet Filarmoni Orkestrası ile hem Türkiye’de hem de İngiltere’de konser vereceğini söyledi.

Altın kafese de koysalar…

Taşoluk’tan geri dönenler arasındaki müzisyen Ali Haşhaş ise, “Seni altın kafese koysan yine bir dal ararsın çünkü orası senin vatanın, ben orada 3 gün durdum hep kargalar gördüm hiç kanarya göremedim, onun için mecbur kaldık geri döndük. Burdaki insanların müzisyen olduklarını hesaplayamıyorlar. Müzisyen demek, tırnağından saçının teline kadar sahnede izlenir.Çaldıkları enstürmanlarla Türkiye Cumhuriyet’ini temsil ederler. Biz bu bölgede her zaman davulumuzla zurnamızla vardık bundan sonrada olacağız” diye ifade ediyor hissetiklerini.

http://www.habervesaire.com/haber/1620/
Read more »
0 com

Müzik gönüllülerine Almanya’dan ödül

Haber-Kamera:Görkem Keser-Mert Oynargül
Kurgu:Niso Esim
 
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Edirnekapı’da dört yıldır devam ettirilen bir sosyal sorumluluk projesine Almanya’dan bir ödül geldi. 7 ila 14 yaş arasında çocuk müzisyenlerin oluşturduğu, “Barış İçin Müzik” topluluğu Almanya’da Deutsche Bank tarafından verilen sosyal sorumluluk ödülü “Urban Age”i kazandı. Okul saatlerinden sonra Ulubatlı Hasan İlköğretim okulunda grubun kurucusu Mehmet Selim Baki tarafından yaptırılan müzik atölyelerinde çalışan yetenekli eller, gönüllü olarak çalışan deneyimli hocalardan akordeon, flüt ve solfej dersleri alıyor. Grubu Ulubatlı Hasan İlköğretim okulu dışında yine Edirnekapıda’da bulunan Alparslan Ticaret Meslek Lisesi ve Muallim Naci İlköğretim Okulundaki öğrenciler oluşturuyor. Grubun kurucusu mimar Mehmet Selim Baki, Almanya ve Türkiye’deki mimarlık işlerini bırakarak tüm zamanını bu gruba adamış durumda. Tek idealinin çocuklar için daha güzel bir gelecek olduğuna dikkat çeken Baki, “Barış İçin Müzik” projesinin dünya çapında bir rol model olabileceğini belirtiyor

Grubun 4 senedir koordinatörlük görevini sürdüren Yeliz Yalın, yetenek avcısı olmadıklarını vurgulayarak bu işi sadece müziğin dönüştürücü gücüne inandıkları için yaptıklarını söylüyor.

Akordeon öğretmenliği yapan Bayrak Beratlı, gruba katıldıktan sonra işin ciddiyetini daha iyi anladığını ifade ediyor ve öğrencilerin gelecekte önemli birer müzisyen olabileceklerini düşünüyor.

Bir diğer akardeon hocası Mirela Muço ve Flüt eğitmeni olan Turgay Özdemir gruba katılarak çocukların dünyasını çok daha iyi keşfettiklerini anlatıyorlar.
Read more »
0 com

Mikrofon taksicide

Görkem Keser-Mert Oynargül



İstanbul’daki taksi şoförleri, 11 Ekim Pazar günü Çağlayan meydanında “korsan taksiye” karşı toplanarak seslerini Ankara’ya duyurmaya çalıştı. Sloganlarda ve kürsüden yapılan konuşmalarda hedef, kayıtlı taksilerin aksine vergi vermeden çalışan ve onların “ekmeğini çalan” kaçak taksilerdi. Meydandaki yaklaşık 2 bin şoför bir arada olmaktan ve sorunlarını haykırabilmekten mutlu görünse de, tek tek dinlendiğinde dertlerinin biteceğine dair çok da umut taşımadıkları anlaşılıyordu.

Kürsüden meslektaşlarının hakkını savunan, korsan taksilerin hak ve emeklerini gasp ettiğini söyleyen hatta onlar için “namert, şerefsiz” gibi ifadeler kullanan Taksiciler Odası Başkanvekili Mustafa Silahyürekli’nin ağabeyinin bile kaçak taksi işlettiğinin ortaya çıkması bu umutsuzluğun nedenini ortaya koyuyordu.

HaberVs, Çağlayan mitinginden sonra mikrofonunu İstanbul’daki taksi şoförlerine uzattı; korsan taksi ve diğer sorunların neden çözülemediğine dair görüşlerini aldı.

“Emekli polisler kaçak çalışıyor”

Mehmet Tekin (45): “Korsan taksi kullananların önemli bir bölümü polis emeklisi. Devlet, korsan taksiyle uğraşmıyor çünkü uğraşırsa karşısında yine kendini görecek. Polis, toplumun güvenliğinden sorumlu. Ama emekli olunca karnını doyuramıyor ve kanun dışı bu yola sapıyor. Ve görevdeki polislerden destek görüyorlar. Dahası uyardığımız korsan taksiler tarafından tehdit ediliyoruz. Yani hem canımız hem de malımız bu işten zarar görüyor.”

Muammer Genç (52- Valideçeşme Taksi): “Oda bize sahip çıkmıyor. Kaçak durakların nerelerde olduğu belli. Ama ne oda ne polis ne de belediye bunların üzerine gitmiyor. Bizim oda hükümet ve belediyenin aldığı kararları imzalamak dışında başka hiçbir şey yapmıyor, tek işleri hükümet ne derse kabul etmek. Korsan taksi olsun, akaryakıt fiyatları olsun, yeni ücret tarifesi olsun. Taksiciler Odası’dan bir tane açıklama gördünüz mü?

“Plakamdan iki tane var”

Ali Bakırer: “Benim aracımın plakası çoğaltılmış. Devlet üç yıldır benim aracımla aynı plakayı taşıyan aracı bulamıyor. Evime sürekli ceza geliyor. Cezalara bakıyorum benimle alakası yok. Hakkımda şikayetler oluyor, karakolda şikayetçi olan insanlarla yüzleştiriliyorum, ‘Araç ve şahıs bu değildi’ diyorlar. Aracın ön farı ve ön çamurluğu kırılmış denilerek zabıt tutuluyor ama benim aracım sapa sağlam. Yakın bir zamanda soruşturmayı yöneten Eyüp Savcılığı’na gittim ve ‘bir gelişme var mı’ diye sordum. ‘Biz trafik polisi miyiz’ diyerek beni kovdular. Açıkçası benim artık bu işle ilgili çok da umudum kalmadı.”

“Münevver Karabulut cinayetinde kullanılan araç korsan”

Ömer Özkan (Etiler Bizim Taksi): “40 yıldır bu işi yapıyorum, ama iki yıldır para kazanamıyorum. Taksiler 1500 TL trafik sigortası öderken, kaçak çalışanlar 150 TL’ye sigorta yaptırıyor. Ben yılda 4 milyar vergi verirken bu adamlar beş kuruş vergi vermeden çalışıyorlar. ’’ Münevver Karabulut cinayetinde kullanılan araç korsan, İngiliz konsolosluğunun bombalanmasında kullanılan araç yine korsan’’

“Yeni tarife gece işini öldürdü”

Mehmet Ağca (30 - The Marmara Taksi): “Maalesef ülkemizde bir düzenleme yapılmadan önce bunun ne gibi sonuçlar doğurabileceği araştırılmıyor. Avrupa standartlarından bahsediliyor ve bu standartlara göre yaşamamız gerektiğini söylüyor. Ben de o zaman “Taksi fiyatlandırmaları neden Avrupa standartlarına göre yapılmıyor’ diye soruyorum. Eğer yaptıkları zam buysa, biz bunu istemiyoruz.”

Yusuf Çorum (25- Ayaspaşa Öz Taksi): “Önceden 10 TL’ye gittiğimiz yere, yeni uygulamadan sonra 11 TL’ye gidiyoruz. Aslında bu zammın nedeni bize değil kendilerine kazanç sağlamak. Çünkü her taksimetre ayarı değiştiğinde bizden ayar ücreti 50 TL para alıyorlar.”

Dursun Demir (49- Ayaspaşa Öz Taksi): “Madem gece tarifesi kaldırıldı o zaman 2,5 TL yerine taksimetreler 3 TL den açılmalıydı ve kilometre başına alınan ücrete de biraz daha zam yapılması gerekirdi. Biz gece çalışanlar mağdur durumdayız ve bunun değiştirilmesi gerekir’’
Read more »
0 com

Krizden kaçarken sele kapılmak

Mert Oynargül - Görkem Keser

Ekonomik kriz üzerine gelen sel felaketi, İkitelli’de hem halkı hem de gayrimenkul sektörünü etkiledi. Ekonomik bunalım yüzünden geçim sıkıntısı yaşayan İkitelli sakinleri bir de selin getirdiği maddi ve manevi sorunlarla uğraşmak zorunda kalıyor. Sel, İkitelli ve Halkalı bölgelerinde toplu konut alanında çalışan emlâkçileri ise daha farklı bir şekilde etkiledi. Ekonomik kriz ve TOKİ’nin son dönemde inşa ettiği çok sayıda konut nedeniyle satışları düşen emlâkçiler, sel felaketinin ardından insanların bu konuyla ilgili önyargıları ve korkuları nedeniyle piyasanın daha da durgunlaştığını söylüyorlar.

“Geceleri sel korkusundan nöbet tutuyoruz”

Sel felaketinin ardından evleri ve işyerleri sular altında kalan İkitelli halkı, hala selin yaralarını sarabilmiş değil. Yaşadıkları ve çalıştıkları yerleri eski haline getirebilmek için var gücüyle çalışan vatandaş, devletin bu konudaki yardımlarını yetersiz buluyor. 31 yaşındaki otolift tamiri yapan, Ünlü Makine’nin sahibi Murat Ünlü yardımları yetersiz bulanlardan sadece biri. Kira ödediği dükkanı için hiç bir maddi destek alamadığını belirten Ünlü, sözlerine şöyle devam etti:

“’İtfaiyeden bilirkişi raporu almamıza rağmen, kaymakamlık maddi destek isteğimizi maalesef geri çevirdi. Henüz bununla ilgili herhangi bir ödenek çıkmadığını söylediler. Devlet sadece burada yaşayan halka tetanos aşısı yaptı ve sokağın genel temizlik işlerini halletti. Şu anda maddi zararlarımı karşılamak konusunda büyük sıkıntılar yaşıyorum, iki aracım hasar gördü, borç harçla onları tamir ettirdim, ayrıca dükkanı temizlerken kullanmış olduğum sudan dolayı 300 milyon su parası geldi. Kira zaten ayrı bir sıkıntı, mal sahibi sel felaketinin olduğu günler dahil kiramı benden ödeme günümde istiyor. Bu kadar sıkıntı yaşarken devletin bu konuyla ilgili bizlere daha fazla yardımcı olması gerekir. Biz hala tedirgin durumdayız akşamları her yağmur yağdığında dükkâna gelip sel basmaması için nöbet tutuyoruz.”

Mağdurlardan bazıları ise devletin kendilerine maddi olarak yardım yaptığını ancak bu yardımların, hasarların giderilmesi açısından yeterli olmadığını düşünüyor. Kirada oturan ev hanımı Emine Tekin, devletin yapmış olduğu maddi yardımların eksik kaldığını savunuyor:

”Devlet bize 1.000 TL yardımda bulundu, bu yardımın bayram harçlığı olduğunu ve maddi desteğin devam edeceğini söylemelerine rağmen hâlâ ne gelen var ne de giden. Bizimle ilgili haber yapan çok ama yardım eden yok.”

Emine Tekin şikayetlerini dile getirirken başka bir sel mağduru Gülnaz Aydemir de konuşmaya müdahale ederek selden hasar görmüş evini gösteriyor ve ”Evin durumu ortada biz kendi imkanlarımızla evi eski haline getirmeye çalışıyoruz, devletin yaptığı yardım buna yetmez . Benim kocam ayda 527 TL maaş alıyor bu parayla biz ancak geçinmeye uğraşıyoruz.” diyor.

Halkın büyük çoğunluğu hala düzenlerini tam olarak sağlayabilmiş değil. Verilen sözler üzerine oluşan beklentilerin karşılanması, şu an için İkitelli’deki selzedelerin en büyük arzusu.

“İnsanlar sel korkusundan ev tutmuyor”

Felaket sadece evleri sular altında kalanları vurmadı, dolaylı yoldan emlak piyasası üzerinde de etkili oldu. Ekonomik krizin ardından selin yaratmış olduğu yanlış bilinçlenme İkitelli civarındaki özellikle de toplu konut bölgesindeki emlâkçilerin işlerini daha da zorlaştırdı. Selin vurmadığı ve hasar almayan evler bile sadece o bölgede bulunduğu için ölü yatırım olarak görülüyor. TOKİ’nin son bir kaç yıl içinde bölgedeki toplu konut stokunu ciddi ölçüde artırmasından sonra ortaya çıkan arz fazlası sorunuyla da uğraşan emlâkçiler için bardağı taşıran son damla sel oldu. Kral Emlak’ın sahibi olan Cevdet Işık, kira fiyatlarında indirime gitmelerine rağmen işlerin çok durgun olduğundan söz ediyor:
”İnsanlar selden korktukları için bu bölgeden ev tutmuyorlar. Halbuki bu bölge selden hiçbir şekilde etkilenmedi. Müşteri bulmadığımız gibi elimizdeki olan müşterileri de kaybetmem için kira fiyatlarında ciddi bir indirime gittik. Şu anda buradaki emlâkçiler sinek avlıyor.”

Öz Emlak’ın sahibi Tayfun Sartekin ise ekonomik kriz ve TOKİ’nin yaptığı konutlardan dolayı sekteye uğrayan işlerdeki sıkıntının selden sonra daha da arttığını vurguluyor:
“İş yapamıyoruz. İster istemez kiraları örneğin iki artı birlerde 650 liradan 525 liraya düşürdük. Sattığımız konutlar ise sel bölgesi olarak düşünüldüğü için elimizde kalıyor, halbuki bu evlerin özelliklerini değiştirmeden Ataköy veya Etiler’e koysak peynir ekmek gibi satar.”

Konutların bulunduğu Atakent bölgesine bakıldığında herhangi bir su baskını tehlikesi olmadığı açıkça gözüküyor. Ancak bölgeye yakın yerlerde yaşanan su baskınları, sürüklenen tırlar ve haberlere yansıyan insan manzaraları doğal olarak toplu konutlardan ev almayı düşünen insanlar üzerinde olumsuz etkiler bırakıyor. Uydu Emlak çalışanı Figen Çağlar da durumun sadece emlâkçileri değil mal sahiplerini de zor durumda bıraktığının altını çizerek şu örneği veriyor; “Buradan ev alanlar 30-50 bin TL arası zararla evlerini satıyorlar.” Bu bölgedeki emlâkçilerin ortak isteği, konut almaya niyeti olanların İkitelli’deki toplu konutları gelip görmesi ve bu konuda kamuoyunun bilinçlendirilmesi.

Görünen o ki, derelerin ıslahı konusunda atılmayan her adım, evlerini su basan ve hâlâ geceleri ikinci bir su baskını ihtimaline karşı gözlerine uyku girmeyen vatandaşların da emlâkçilerin de korkulu rüyası olmaya devam edecek.

Read more »
0 com

Ayben Röportajı

Görkem Keser

Rap müziğin önde gelen isimlerinden Ayben ile sizin için seviyeli bir sohbet gerçekleştirdim.Keyifli okumalar...



Görkem: Türkiye'de hiphop kültürünün geleceğini nasıl görüyosun, sence şu anda bulunulan durum bu kültür için zirve mi yoksa ileride şu anda olduğundan daha popüler duruma gelecek mi?

Ayben: Aslında şimdiden gelecek hakkında yorumda bulunmak için çok erken, bundan on yıl önce de bu günü göremiyorduk. Ã�u anda tamamen olmuş değil, daha yapacak çok şey var. Her şey zamanla oturacak.




Görkem: Türkiye'deki hiphop kitlesini nasıl değerlendiriyosun, sence dinleyiciler yeterince bilinçli mi?

Ayben: Bence çoğunluk ne istediğini biliyor, kaliteyi ayırt edebiliyor. Ancak daha küçük yaşlarda, daha yeni yeni rap dinlemeye başlayanlar sanki takım tutuyormuşçasına gözünü karartabiliyor ama zamanla o da yerine oturacaktır.


Görkem: İleride hiphop kültürünün popülerleşmesi sence bu kültürün içinde barındırdığı isyankar ve eleştirisel öğeleri kaybetmesine yol açar mı? Bir şekilde popüler olmak için çeşitli tavizler verir mi bu kültürün içinde olan insanlar ? En azından kendi adına eskisine göre çok daha popülersin,acaba Ayben taviz vermek zorunda olduğu bir durumla karşılaştı mı, daha doğrusu popülerite adına yapmak istemediği bir şeyi yaptı mı?

Ayben: Aslında şu anda da rap bayağı popüler...Şu anda sokakta istediklerini giyiyorlar yada istediklerini dinliyor ve söylüyorlarsa ve yadırganmıyorlarsa bunu diğer insanların da kültürümüzü güzel tanıyor olmalarına ve rap müziği icra eden isimlerin güzel işlerle bu kültürü tanıtmış olmasına borçludurlar. Ben kendi adıma taviz vermek zorunda kalmadım,yaptığım düetler her ne kadar popüler isimlerle yapılmış olsa da orda da aynı rapi yaptım . İllaki taviz veren rapçiler olmuştur, olacaktır bunu kendileri için değil rap kültürünün gelişimi için yapmışlar ve yapacaklardır ve kim ne derse desin şu anda her ne kadar rap kitlesindeki insanların çoğu bu popülerleşmeyi eleştiriyor olsa da bir bakıma bu onlara da yaradı.




Görkem: Özellikle son dönemlerde Türkiye'deki rapçiler arasında bir atışma, kavga ortamı görüyoruz. Tam gelişmemiş bir hiphop kültürü olarak bu kavgalar yaptığınız işi baltalamıyo mu sence ? Bu kavgaların altında yatan asıl neden nedir? Dinleyicilere baktığımız zaman nerdeyse birbirlerine düşman gözüyle baktıklarını görüyoruz, bunları nasıl değerlendiriyosun?

Ayben: Az önce söylemek istediğim buydu, daha küçük yaşlardaki dinleyiciler bazen bu işi bizden fazla abartabiliyorlar ya da niyeti bozuk kişiler küçük yaştaki çocukların aklına girip onları kendi saflarına çekip beynini yıkıyorlar. Biz her zaman ne olursa olsun herkesi dinleyin, beğendiğinizi dinleyin deyip duruyoruz, ki Ceza ve Ayben fanları bunu başarabiliyor. Bazıları sanki kendi şahsi meseleleriymişçesine birbirlerini yiyorlar. Oysa sakin olmaları gerekiyor, tartışan ya da dissleşen biziz. Onlara düşen bu işin iç yüzünü bırakıp çıkan işleri değerlendirmektir. Bizler kavga etmiyoruz, bizler şikayetimizi, sinirimizi, kızgınlığımızı müziğimizle dile getiriyoruz. şiddete baş vurmaktansa bu şekilde halletmek daha mantıklı bence. Rap müzik zaten kendi içinde isyan taşır istediğinizi anlatmakta özgürsünüz. Ã�stediğimi anlatmanın işimi baltalayacağını düşünmüyorum, ben inandığım doğruları savunuyorum.




Görkem: Türkiye'de ve yurt dışında rap müzikle uğraşan isimlerden beğendiğin, gerçekten çok kaliteli işler ortaya çıkarıyor dediğin isimler var mı, varsa kimler?

Ayben: Ceza, zaten ona hayranlığımı anlatmaya gerek yok o benim için dünyanın en iyisi en başta zekasına hayranım. Killa Hakan’ı çok beğenerek dinliyorum o da benim abim sayılır zaten. Missy Elliott, Bahamadia, Ursula Rucker, The Roots,Mos Def, Timbaland'i bir prodüktör olarak çok beğeniyorum. Snoop Dogg, Tech nine, Damian Marley,Lee Scratch Perry, daha bir sürü var çalışmak istediğim isim.


Görkem: Bu müzikle uğraşmanda mutlaka abinin etkisi vardır ama tamamen Ceza'dan dolayı bu işle uğraştığını düşünmüyorum. Seni rap müzikte çeken unsurlar nelerdi, niçin başka bir müzik türü değil de rap? Sonuçta rap kolay bir uğraş değil ve müziğin içinde olan bir insan olarak başka bir müzik türüne de yoğunlaşabilirdin. Bize seni hiphop kültürü içine çeken etkenlerden bahsedebilir misin?

Ayben: Sanırım en büyük etken abimdir. Daha doğrusu ben doğduğumdan beri rap müzikle büyüdüm, evde benden önce keşfedilmiş bir kültürdü hiphop. Okulda, arkadaşlarım arasında rap dinleyen tek ben vardım. Sanırım bu kültür insanı fark etmeden içine çekiyor sihirli olsa gerek. Nedenini bilemiyorum belki ritmi, belki tarzı öyle yada böyle rapi seçtim.Türkçe yapılabileceğini de ilk ağabeyimden duydum ve ben de denedim, denemekle kalmadım geliştirmek için uğraştım hala da çalışıyorum.


Görkem: Çeşitli yerlerde duyduğum, sana çok söylenen ve aynı zamanda sorulan Ceza'dan dolayı bu kadar ön planda olma durumu bana göre yanlış, mutlaka etkisi olmuştur ama yaptığın işleri, aldığın tepkileri Türkiye'de yaptığın featuringleri biliyoruz. Benim sormak istediğim Türkiye'de bu işi en iyi yapan insanlardan birinin kardeşi olarak yaptığın işleri abine beğendirmek kolay oluyoR mu? Ceza sana ne gibi tavsiyelerde bulunuyor ?

Ayben: Aslında zor biraz yani ben kendim için dünyanın en iyi rapçisine işlerimi beğendirmek zorundayım ama beğendirebiliyorum ve bu ayrı bir gurur benim için. Ceza'dan öğrendiğim çok şey oldu,onun sayesinde bir sürü fırsat çıktı karşıma ama bunlar sadece benim için değildi. Bu yorumları yapanlar da beni kıskanmak yerine kendileri de Ceza'nın açtığı yoldan düzgün yürümeyi bilselerdi, benim gibi çalışıp işlerini iyi yapabilselerdi şu anda daha iyi yerlerde olurlardı, ben bir anda ağaç kovuğundan türemedim, çalıştım ve oldu daha hala da çalışıyorum. Bizi çekemeyen çok, zaten sevenlerimiz olduğu kadar sevmeyenimiz de var. Bu da başarının bir göstergesi olsa gerek. Çekemeyen çok.

Görkem: Liriklerini yazarken seni dinleyen genç kitleye örnek olmayı, mesaj vermeyi düşünerek mi yazıyorsun yoksa içinden nasıl gelirse öyle mi yazıyorsun? Zaman zaman liriklerini yazarken seni kısıtlayan şeyler oluyor mu?

Ayben: Ben insanların kafasına kendi doğrularımı sokmak için uğraşmıyorum, aman şöyle sözler yazayım da beni akıllı sansınlar diye bir kaygım yok. Ã�çimden geleni yazıyorum. Zaten dinleyen gençler o kadar zeki ki ne almaları gerektiğini biliyorlar. Benimle aynı görüşü paylaşanlar illa ki oluyordur ama ben insanların dili olmak yerine kendi gönlümün, beynimin diliyle yazıyorum sözlerimi. Kendimi hiç kısıtlamadım, içimden geleni yazıyorum.


Görkem: Aylin Aslım ve Nil Karaibrahimgil gibi isimlerLe çalışmaların oldu. insanların senin yaptığı işi beğenmeleri ve seninle çalışmak istemeleri senin için mutlaka gurur verici olmuştur,sana ne kattı bu yaptığın işler? Ne hissetin bu teklifler gelince?

Ayben: Aslında teklifleri getiren isimlerden çok ne iş yaptıkları beni daha çok ilgilendiriyordu. Eğer bana bir şeyler hissettirmeseydi o şarkılar, düet yapmazdım ama etkilendim,kişileri daha sonra tanıdım ve sevdim. Bu kimlikle alakalı bir şey değil, isterse dünya starı olsun eğer sizin gönlünüzde o parçaya bir şeyler katma isteği belirmezse yapamazsınız zaten. internet aracığıyla bazen undergrounddan arkadaşlarla konuşuyoruz. Düet isteyenler de oluyor. Siz de takdir edersiniz ki hepsiyle böyle bir şey yapmak olanaksız ancak arada öyle şeyler çıkıyor ki tamam bu olur diyorum. Albüm yoğunluğu bittikten sonra yapmak istediğim çok şey var bu konuda. Yani kısacası ismin bir önemi yok, yapılan iş daha önemli benim için.

Görkem: Türkiye'de başka çalışmak istediğin kendi tarzın dışında sanatçılar var mı?
Ayben: Bilmem hiç düşünmedim.



Görkem:Albümün hakkında bize bilgi verebilir misin? Herkes merakla albümünü bekliyor, son durumu nedir ve farklı tarzda insanlarla çalıştın mı bu albümde, son durum nedir?

Ayben: Şu an için albümle ilgili verebileceğim tek bilgi doublemoon firması ile anlaştığım. Daha fazla bilgi vermiyorum, bekleyip görelim.

Görkem:Türkiye'de verdiğin konserler ile yurtdışındakileri değerlendirirsen, burada gördüğün ilgiyi orada da gördüğünü düşünüyor musun, yabancıların sana olan ilgisi nasıl sence?

Ayben: Türkiye'de daha coşkulu tabii ki. Henüz albüm olmadığı için yurt dışında aynı şeyi yakalamak zor ama yine de albüm olmamasına rağmen çok ilgi gördüm, ilk kez dinleyenler bile övgü dolu sözlerle geliyor kulise. Bu çok gurur verici.


Görkem: Çok daha anlamlı sözler yazıp kaliteli işler yapmanıza rağmen piyasada gerçekten çok kalitesiz işler yapan insanların prim yapmasını nasıl değerlendiriyosun ve bu durum sence bir gün son bulacak mı yoksa giderek daha kötü bir hal mi alacak?

Ayben: Buna ben de anlam veremiyorum. Bu denli kalitesiz işler nasıl prim yapıyor diye. Ancak öyle şeyler dönüyor ki o piyasada dudağınız uçuklar. Beş yaşındaki çocuğa orda bi dağ var uzaktayı söylet, 7/24 tv kanallarında her dakika onu göster o da tutar. Çok enteresan bir yer müzik piyasası.

Fotoğraflar/Candaş Arın

http://www.candasarin.com/
http://candas.deviantart.com/




Read more »